Ne mi Düşünüyorum?

Ne mi Düşünüyorum?

23 Mart 2010 Salı

Nora Öldü

Çoğu karanlık şeyin olduğu gibi gece oldu. Fazladan bir uğursuzluk yoktu havanın tadında. Bir farkındalık anını düşünün. Bir şeyi fark etmek kadar bir anı. Alınan bir nefes kadarını, herkes bilir, nefes almak yaşıyor olmak demektir. İki kişiydik, nerede dedim, nerede dedi, nerede dedik. Başladık aramaya, en kötü ihtimale en son bakıldı. Korkudan. Ama bakıldı, bakılacak başka bir yer kalmamıştı.

Hiç fotoğrafını çekmemiştim. Pek kimseye bahsetmemiştim. Her hangi bir kazanım sağlamaya çalışmamıştım, en azından bu yaptığımdan. Hep buradaymış gibi olsun istedim. Gelen gören severdi. Kendi halinde bir kediydi. İsim bile koymamıştık, kim ne isterse onu dedi. En güzel ismi de annem koydu. Aldığım bir sorumluluk, olgunlaşmaya ufak bir adım. Çöpe gitti. Ben kim, sorumluluk kim.

Çöpe gitmedi tabi, gömdük. Nereye dedim, nereye dedi... Başlamak en zor olanı ama başlayınca, her şey sonunu bulabiliyor. Başladık. Öyle özellikle güzel bir yer aramadım, bu gerçeğin içinde edebiyata yer yoktu. Mantıklı düşündük; ayak altı olmasın, doğaya çabucak karışabilsin. Sessizdi, o değil o tabi ki sessizdi. Biz sessizdik, sokaklar sessizdi. Ama hiçbir şey onun kadar sessiz değildi. onunki sesssizlik gibi değildi, başka bir şeydi, bir yabancı gibi, hiç bilmediğimiz bir şeydi.

Ölüm diye bir şey var. Bir farkındalık anında olan, bir nefes kadar zamanda. Öyle ki onu ararken geçen zamandan binlerce kez daha kısa bir zamanda olan.

Gömdük, birer sigara içtik. Duygulandık. Bütün kirlerden arınmış güzel bir duygu. Götürürken ve geri dönerken bir sürü düşünce saldırıyordu. Ama o an düşünce yoktu. Sadece duygu.

Bir deli kadın bağırıyordu dönerken. "Allah belanızı versin" diye, defalarca. Kime bağırıyordu bilemedik, havaya. Çok anlamlı oldu, atmosferi tamamladı. Okuduğum bir şeyleri hatırladım, düşündüm ki, evet, "gerçekten daha gerçek" olanı algılayan insanlar var, yazarlar gibi. Gerçeğin içinde yaşanamaz çünkü, o saklıdır, ağırdır, bazı anlarda gizlidir, o kadar anlamlıdır ki başkaları kurgu sanar. O anları yaratabilenler de sadece özel kimselerdir.

Şimdi dikkat ettim, bileğimde geçmekte olan bir yarası var. Bazen düşünürdüm, yaşanılan süre içinde her şeyin kişi için bir misyonu vardır diye. Yine aklıma düştü. O misyonu tamamlayınca o senden gider. Bir şekilde gider. Belki doğru belki yanlış, aklıma geldi.

"Biri" demişti: Seni ne kadar çok seviyor. O zaman cesaret edememiştim söylemeye abartılı olur diye. Beni niye bu kadar seviyor biliyor musun?. Diyecektim. Çünkü seni sever gibi sevdim ben hep onu. "Biri" geldi diğeri gitti, sanki misyonu bitmişti...

Gören herkes dedi. Düşecek oradan diye bir gün. Ben pek aldırmadım. İyi hissediyordum kendimi, en azından nefes alsın orada, azıcık dışarıda olsun. Suçluluk yok, çünkü biliyorum, başka türlü davranmazdım. Özgürlük için uçtu gibi geldi önce sonra dedim kes saçmalamayı. insan her an kendini nasıl da yüceltiyor.

Sonra indik aşağıya. o uçmuş, bedeni boku çıkmış bir şekilde yerdeydi. Boku çıkmış dediysem, gerçekten. Fizyolojik bir olay sanırım. Pek gerçekçi değil ama, dört beş kedi belli bir mesafede oturmuş bize bakıyordu.

İlk defa bir ölüye dokundum. Biraz sevdim, sonra onu torbaya koydum, sonra dürüm söylemiştim önceden dürümcüyü bekledik sokakta, sonra dürümleri aldık eve koyduk, sonra gömmeye gittik, çukur kazdık, bu yeterli mi dedik, biraz daha kazdık. Sonra bedenini içine koydum. Sonra hayatımda ikinci defa bir ölüye dokundum, biraz daha sevdim. İşte o zaman bir şey fark ettim; Üzüntüden kaskatı olur ya insanın bedeni, öyle değilmiş bir ölününki...

İsimsiz kedi Nora'nın anısına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder