Ne mi Düşünüyorum?

Ne mi Düşünüyorum?

3 Ağustos 2011 Çarşamba

SIKINTI

          Her şey bir Perşembe günü başladı. Perşembe. Perşembe. Cumanın gelişini haber veren bu umut dolu gün; uyandığımda üzerime oturmuştu. Gözümü açar açmaz birşeyler demeye başladım kendime. Halbuki çoğunlukla yataktan kalkar, evin içinde dolanır, boş olduğunu bildiğim buzdolabının kapısını açar öyle başlardım kendimle konuşmaya. Perşembeleri buzdolabı  gibi.  Bir şeyin değişmeyeceğini bile bile cumaya kapı açıyorsun.  Düşünceler düşünceler düşünceler, şu anda yazdığım şeye bakamıyorum . Arada sırada bir hata yapmış mıyım diye kontrol etmek ya da takıldığım yeri hatırlamak için göz atıyorum sadece.. Beyaz fonun üzerine dizilen harfler ve onların düzenliliği gözlerimi yoruyor, aklımı karıştırıyor.  Bu yüzden perşembeden vazgeçiyorum şu anda. Geçen gün bir arkadaşım “tol” adlı bir romandan bir kısım okudu bana. Sıkılmakla ilgili. Sıkıntının öldürücülüğünden bahsediyordu.  Çok doğru gelmişti. Gerçekten de sıkılmak, kişinin bütün benliğini  ayağının altından iç gıcıklayıcı bir hisle çalabileceği bir durum. Gerçek sıkıntıdan bahsediyoruz tabi. Bir nedeni olmaksızın geliveren, senin bütün rutinini alt üst eden. Zihninde her şeyi yapmak istersin ama bedenin hiç bir şey yapacak durumda değildir. Ne gücü vardır buna ne de inancı. Sanki bütün hayatın böyle geçmiş gibi hissedersin. Ve de böyle geçecek gibi. Yani bütün hayatın o ana tıkışıverir. Sıcakta yapış yapış bir organizmasındır. Gözyaşı dökecek neden ararsın ama ruhun çekip gitmiştir. Kalan küçücük beyninle planlar kurar, fikirler üretmeye çalışırsın, fakat dikkatin o kadar çabuk bozulur ve kafanın içindeki o yoğun uyuşukluk hissine o kadar güçlü saplanırsınki, kendine kızacak vakti bile bulamadan göz kapakların ağırlaşıverir. Göğüs kafesinin içindesindir sanki. Dünyanın en tembel en şişman, en yararsız insanının göğüs kafesinin içinde kilitli kalmışsındır.  Zaman, zamanın geçişi anlayamayacağın bir algı düzeyinde kalmıştır. Ne sen ona yetişebilirsin ne o sana. Hep kötü tesadüfler olur aranızda. Zamanın geçmesini istersen o sadece durur, çenesini biraz yukarı kaldırır gözlerini aşağıya doğru döndürür. Sen hep aldığı bu pozisyondan ötürü sana bir şey soracağını sanarak beklersin, beklersin, beklersin. Sen çok uzun süre beklersin. Ama o rahatsız edici bakışından ödün vermeden durduğu için. Hiç geçmemiştir zaman.  Normalde zamanla olan ilişkini bitirmek için kullandığın uyuşturucular, şimdi zamanın kafasını etkiler. Yalnızlığın dibini yaşarsın. Ne bir şeyler yapmak için zamanın vardır. Ne de boş boş oturmaktan keyif alırsın bütün gün. Hava sıcaklığı ve yaşamınla ilgili kaygılar ince ince kıyar ruhuna. Kim olduğunun ne yaptığının önemini  yavaş yavaş tüketir sıkılmak.  Bir Perşembe gününü bahane edersin bir şeyler karalamak için, buzdolabı gibi dersin. Ama sonra parmakların acır, hızla soğuk bişiyler içersin. Biri gelir, gitmesini istersin, geri gelsin istersin.  Tembelliğine bahane edersin edebiyatı. Uzayan tırnağına takarsın.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder