Ne mi Düşünüyorum?

Ne mi Düşünüyorum?

31 Ocak 2011 Pazartesi

Çamur

      Kadın o gün çıktığında, biraz yürüyüp hava alma ihtiyacı hissetti. Hep bir çiselemeden ibaret olan yağmur bir yıldır hiç durmadan yağıyordu. Her yer çamur içindeydi. Yağmur ne artıyordu ne azalıyordu. Hep aynı ritimde, hep aynı sıcaklıkta, aynı sesi çıkararak. O kadar alışılmıştı ki yağmura, artık sanki yağmur ıslatmıyor, insanın derisi kusuyordu. Dört bir yanı suyla çevrili bir balık gibi yüzüyordu sokakta.  Bir park vardı yanında. Bir iki çocuk dolanıyordu etrafında. Gidecek en güzel yer gibi gözüktü ona ve parka doğru yürüdü. Ayağında ezilen çamurlaşmış toprak yürüyüşünü ağırlaştırıyordu. Yavaş yavaş yürümeye karar verdi çamurun izin verdiği kadar içine girerek. Salıncağa oturdu hafif hafif sallanmaya başladı. Sonra indi salıncaktan, ayağı çamur birikintisinin içine girdi.  Ayakkabısına ve paçalarına çamur bulaştı. Yaşadığı rahatsızlık onda hemen eve koşup banyo yapmak ardından da kaloriferin yanına oturup yumuşak kıvamlı bir şarap içmek isteği uyandırdı. Hep yaptığı şeyler. Bu fikirden nefret etti. Daha biraz önce sallanırken parçası olduğu şeylerden kurtulmak istiyordu. Şimdi ise sevdiklerine sığınma isteği... bacağını hızla çamurun içine vurdu, paçaları iyice çamur içinde kaldı. İğrençti. Etine değen ıslaklıklığı hissediyordu. Hava biraz daha kapandı. Öbür bacağını vurdu yere. Vuruşunun şiddetinin artmasından olsa gerek çamur paltosuna kadar sıçradı. Katlanılmaz bir kirlenme hissi oluştu. O anda ya devam edecek ya da oradan kendisinden utanır halde korkarak uzaklaşacaktı. İçinde oluşan belli belirsiz merak duygusu fazla düşünmesine izin vermedi. Hınçla bir kez daha sıçradı, çamur...  Bu sefer ki kuvvetliydi, öyle ki, soluğu hızlanmış bacaklarındaki etler sallanmıştı. Yorgunluğuyla ilgilenirken sol gözünün yanına gelen saçında bir parça çamur olduğundan şüphelendi. Eliyle yokladığında. Parmaklarına bulaşan çamurla yüzleşti. Çamura bakıyordu. Yalnızca çamur muydu onu bunca meşgul eden. Karşısında biri mi vardı. Bu düşünce onu tiksindirdi, karşısında kimseyi istemiyordu. Yaptığını destekleyecek ya da ona durmasını söyleyecek kimseyi. Karşısında kimse yoktu.  Karşısında ki kimse değildi. Kimse karşısına çıkmıyordu. Çamur yalnızdı. Böylesine bir özgürlük duygusu. Böylesine bir tedirginlik. Böylesi bir bencillik. Parmaklarındaki çamuru daha fazla kurumadan kokladı. Eline yaydı. Bir kez daha sıçradı ve ardından çamura tekme attı. Üstü başı artık herkesin çamura bulandığını onaylayacağı kadar batmıştı. Bir daha, bir daha, bir daha, zıpladı, soluk soluğa kaldı. Bir iki kez olduğu yerde nefes alıp bir kez daha tekme attı ve ayağı kaydı... Diğer ayağı da yerden kesildi. Düşmekteyken, iki ayağı da yerde değilken, Uçuyordu.  Yere oturduğunda kalçası ağrıdı, tangasından içeri sızan çamurlu su, uzun süredir unuttuğu türden bir ıslanmaydı. Çamurun içine yattı. Parmaklarını çamurun içine batırdı, Bacaklarını iki yana açtı. Çamurun bütün vücudunda gezmesi için yuvarlanıp kıvranmaya başladı. Paltosunu sıyırdı parmaklarıyla çamuru göbeğine ordan da göğüsüne sürdü. Bir inleme sıyrıldı dudaklarından. Sonrasını hatırlamıyordu ancak ben yaşadıklarını şöyle özetleyebilirim. Kendisini kaybettiği zaman herşeyi unuttuğu ana denk geliyordu. Her şeyi unutmuştu ve herşeyi ve fazlasını tekrar yaşıyordu. Hayatı bir bütün olarak her yerinde yaşıyordu. Hafızası ölmüştü hiç bir şeyi hafızasına almakla zaman kaybetmiyordu. Zaten “zaman isteyen” hiçbir şey yoktu orada. Bir hayvan gibi dövünüp vücudunun her yerini çamurla doldurdu. Hareket etmese, geçmekte olan birisinin orada bir insan olduğunu anlaması mümkün değildi. Bir maymunun pislik içinde ayin yapmasına benziyordu. Özgürce bağırıp özgürce yaşıyordu. Kafası çok yukarılara bir yerlere yükselmişti. İşte dedi kendine, herşey benden ibaret, herşey bana ait, istediğim herşeyi yapabilirim.
          Tam o sırada o geçmekte olan kişi kadını sarsmaya kendine getirmeye çalıştı ve başardı. Ancak kadın kendinden asırlarca uzağa fırlatıldığını hissetti. Zamanla bir kez daha tanıştı. Çıplak olduğunu farketti. Kendisini sarsan kişiye yoluna devam etmesini söyledi. Tekrar yalnız kaldı. Bu hale nasıl geldiğini bilmiyordu, çamurun içinde titriyordu. Kıyafetlerini buldu. Çok üşüyordu. Kıyafetleri kilolarca daha ağırdı. Onları teker teker giydi. Ağzına ve burnuna kaçan çamur nefes almasını engelliyordu, ayakta durmak çok zordu. Tükürdü. Ağzının ve burnunun içini iyice temizledi.  Yağmur aynı şekilde yağıyordu. Ayakkabasını; çoraplarını giymeden giydi çünkü çoraplarını bulamadı. Kendisini çok kirli ve çok kötü hissediyordu. Kafasında, gövdesinde ve kasıklarındaki hoş titreme olmasaydı hastaneye giderdi. Ağırlaşmış bedenini eve doğru sürüdü avcuna biriktirdiği yağmur damlalarıyla gözlerini temizledi. Tek istediği eve gidip banyo yapmak, ardından kaloriferin yanına oturup yumuşak kıvamı olan bir kaç kadeh şarap içmekti, tek istediği bu olduğu için nedenini anlamadığı bir utanç duydu... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder